Şu günlerde Meclis’te konuşulan bir yasa var: “İklim Kanunu”. Kulağa hoş geliyor elbette. Sanki doğamız korunacak, gelecek nesiller için güzel bir dünya bırakılacak gibi... Ama gelin görün ki bu işin içeriği biraz daha dikkatli incelendiğinde, aklımıza bazı sorular da gelmiyor değil.
İklim değişikliği, küresel ısınma gibi kavramları son yıllarda çok sık duyuyoruz. Elbette doğanın korunması hepimizin görevi. Ancak bu konular bazen öyle bir noktaya çekiliyor ki, abartılı felaket senaryoları eşliğinde halktan yeni fedakârlıklar bekleniyor.
Örneğin, NASA'nın verilerine göre, 1995 ile 2015 yılları arasında atmosferdeki karbondioksit oranı %13 artmış, bu da dünya sıcaklığında sadece 0,05 derece bir artışa neden olmuş. Yani bu hızla giderse 400 yıl sonra sıcaklık 1 derece artacak. Bu durum elbette dikkate alınmalı, ama ortada koparıldığı kadar büyük bir kıyamet havası var mı, tartışılır.
Dahası, dünya üzerindeki karbon salınımının %52’sinden fazlası yalnızca üç ülkeye ait. Bunlar: ABD, Çin ve Hindistan. Türkiye’nin payı ise sadece %1 civarında. Peki bu durumda neden en sert önlemleri bizim almamız gerekiyor? Bu yük neden bize düşüyor?
Gelişmiş ülkeler yıllarca sanayileşerek doğayı kirletmişken, şimdi gelişmekte olan ülkelerden bir anda tüm yükü omuzlaması bekleniyor. Kişi başına karbon salınımı gelişmiş ülkelerde ortalama 15 tonken, Türkiye’de bu rakam 5 tonun altında. Yani ortada ciddi bir adaletsizlik var.
Bu kanunla ileride bazı yeni uygulamalar da gündeme gelebilir. Örneğin “karbon vergisi” gibi bireysel ya da kurumsal düzeyde ek maliyetler getirilebileceği konuşuluyor. Bu tarz uygulamalar hayata geçerse, üretim yapan işletmelerin maliyeti artabilir. Maliyet artışı ise fiyatlara yansır, dolayısıyla halkın alım gücü biraz daha zorlanabilir. Elbette bu noktada önemli olan, bu tür düzenlemelerin adil ve dengeli bir şekilde uygulanmasıdır. Aksi halde vatandaşın sırtındaki yük daha da ağırlaşabilir.
Zaten bugün ülkemizde çevre vergisi, temizlik vergisi gibi birçok başlık altında ödeme yapılıyor. Yeni bir düzenleme gelirse bu sistemin daha karmaşık hale gelmesi de mümkün. Hele ki bu düzenlemeler aceleye getirilirse, halkın kafasında soru işaretleri bırakabilir.
AK Parti eski milletvekili ve MKYK üyesi Metin Külünk'ün söyledikleri ise bu kanunun nelere sebebiyet verebileceğini gözler önüne seriyor ve bu kanunu Meclis'e getiren AK Partili vekillere sesleniyor:
“Bir müddet sonra ‘inekler fazla’ diyecekler, ‘koyunlar fazla’, ‘köpekler fazla’... Sonra nereye gelecek biliyor musunuz? ‘İnsan çok fazla nefes alıp veriyor, insan fazla’ diyecekler.” Külünk, toplumda oluşan kaygıların görmezden gelinmemesi gerektiğini belirtiyor ve ekliyor:
“Toplum doğal olarak soruyor: ‘Ayağımdaki karbon izinden dolayı benden para mı alacaksınız? Koyunları mı telef edeceksiniz? Beni götürüp yapay ete mi mahkûm edeceksiniz?’”
İşte bu sorular boşuna değil. Toplumun farklı kesimleri bu konudan tedirgin. Elbette çevreyi koruyalım. Kim istemez daha temiz bir hava, daha yaşanabilir bir doğa? Ama bunun yolu sadece yasaklardan, ek vergilerden, yeni yüklerden geçmemeli. Bilinçlendirme, teknolojiye yatırım, yerli ve uygun maliyetli çözümlerle çevreye katkı sağlamak mümkün.
Sonuç olarak, İklim Kanunu gibi önemli bir düzenleme toplumun tüm kesimlerini ilgilendiriyor. Bu yüzden alelacele değil, geniş bir katılımla, halkın da görüşü alınarak şekillendirilmesi gerekiyor. Aksi halde, çevreyi koruma hedefiyle çıkılan yolda, halkın sırtına yeni yükler binmesi kaçınılmaz olabilir.
Bu iklim kanunu gerçekten doğayı mı kurtaracak, yoksa bizi daha da mı yoksullaştıracak? İşte bu sorunun cevabını iyi düşünmek lazım.