Trump’ın küreselciler olarak adlandırılan kesimin yaptığı tüm engellemelere rağmen, ikinci kez ABD başkanı seçilmesi sonrasında Rusya-Ukrayna arasındaki savaşı durduracağı yönündeki konuşmaları, dünya ekonomisi üzerinde adeta baharın geleceği ve kalıcı istikrarın sağlanacağı yönündeki umutları artırmakla birlikte, belki de emlakçı olmasından dolayı tarihi geçmişini ve taşıdığı misyonu göz ardı edip Gazze’yi ve halkını sadece alınıp satılacak bir toprak parçası gibi değerlendirip halkın başka ülkelere gitmesi için gerekirse zorlama yoluna dahi gidebileceği anlamına gelen açıklamaları, global ölçekte hem ekonomide siyasi hem de siyasi süreçte soru işaretlerinin artmasına yol açtı. Başta Türkiye olmak üzere dünyanın farklı coğrafyalarındaki gelişmiş, gelişmekte ve geri kalmış birçok ülkenin, Gazze’nin boşaltılıp halkının vatanlarından zorla başka ülkelere sürülmesi ve turistik bir yer haline getirilmesi konusunda gösterdiği tepkiler sonucu, Trump’ın “şimdilik” dipnotuyla geri adım attığını bilmekte ve görüşünden vazgeçtiğini düşünmenin fazla bir iyimserlik olduğunu belirtmekte fayda vardır.
Trump göreve başladığı 20 Ocak 2025’tan itibaren, pili bitmiş saatin bile günde iki defa doğruyu gösterdiği gibi Rusya-Ukrayna savaşının bir an önce bitirilmesi gerektiğiyle ilgili yapıcı yaklaşımına rağmen, sonrasında Gazze başta olmak üzere çok büyük ekonomik ve siyasi yanlış kararlara imza attı. Dış ticaret açığı verdiği ülkelere (Çin, Meksika, Kanada) karşı iktisat politikalarına aykırı bir şekilde vergileri artıracağını açıkladı. Danimarka’nın kontrolünde Grönland’ın ABD’ye verilmesi, Kanada’nın ABD’nin eyaleti olması gerektiği gibi, adeta arkadaş toplantılarında bile fantezi olarak kabul edilebilecek absürt görüşlerini dünya kamuoyuyla paylaştı. Tüm ülkeler arasında ekonomi, askeri, iletişim (yazılı, görsel, sosyal medya) ve bilgi-işlem bakımından en güçlü konumda kim olursa olsun bir ABD başkanının açıklamalarının, dünyada ses getirmesi kadar normal bir durum yoktur. Trump’ın sözlerinin ciddiye alınmasının ve değer atfedilmesinin nedeni, kendisinde bir keramet olduğundan değil, ABD’nin şimdilik elinde bulundurduğu ekonomik, askeri ve siyasi gücünden kaynaklanmasındandır.
İnovatif teknolojik gelişim yarışında Japonya, Çin, Güney Kore, Hindistan, Malezya, Tayvan, Singapur gibi ülkelerin gerisinde kalan ABD başkanı Trump’ın orta ve uzun vadede de olsa kalıcı çıkarımlar sağlayacak rekabetçi politikalara ve teknolojide yatırımlara yönelmesi yerine, küresel ekonomiyi durgunluk süreci riskiyle karşı karşıya bırakmaya çalışmayı dahi göze alarak, kendi ülkesi lehine kazançlar doğuracağı düşüncesiyle vergileri artırmakla tehdit etmesi, üstelik uygulamaya kalkmasının sonuçlarından, tüm ülkeler zararlı çıkacaktır. Küreselleşme ile neredeyse tüm ülkelerin, finans ve reel sektöründe birbiriyle adeta et ile tırnak misali ayrılamaz hale geldiği günümüzde, dünyanın en büyük iki ekonomisinin karşılıklı vergi artırma konusunda restleşmeye girişmelerinin en beklenen sonucu, başta bu iki ülkenin olmak üzere dünya ekonomi pastasını küçülteceğidir. Kısa vadede, dış ticaret açığını düşüreceğini, istihdam ile vergi hasılatını artıracağını ve bütçe açığını daraltacağı gibi ABD lehine sonuçlar alacağını amaçlayan Trumpın ekonomi politika uygulamalarıyla günün sonunda varılacak nokta; küresel ölçekte olmak üzere fiyatlar genel seviyesinin yükselmesi, istihdam oranının düşmesi ve durgunluktur. Yaklaşık yüz elli yıldır dünyanın en büyük ekonomi ve askeri gücü konumundaki ABD’nin ve başkanı Trump’ın, kalıcı ve istikrarlı bir büyüme patikasına ulaşmak istiyorsa yapması gereken, dış ticaret işlemlerinde karşı koyamayıp geride kaldığı Çin, G. Kore, Japonya, Kanada, Meksika, Hindistan gibi rakiplerini vergi gibi zorlama uygulamalar yerine, teknoloji alanında geliştirecek bilimsel alanlara yatırım yapmalıdır. Kendi adıma sanmıyorum ama, kısa sürede bu gerçekliği idrak etmesi, hem ABD’nin hem de global ekonominin çıkarına olacaktır.